Sunu: Uzun süredir erkek egemen toplumun kadınlara yönelik baskılarını konuşuyor, medya da izliyor ve üzülüyoruz. Ortaya çıkan tek gerçek, bu sevimsizliklerin alt yapısında cinsellik bilgisizliği ve hatta açlığı olmasıdır. Ancak bu cinsel talepler, doğal bir beklenti olmaktan öteye aşırı bir açlığın hunharca telafisine dönüşmüştür. Bu yazımız ile ülkemizde dikkati çeken boyutta yansımaları oluşan cinsel dürtülerimizi ve izah edilemez cinsel açlığımızı bir deneme formatında sizlerle paylaşmak istiyorum.
***
“İnsan aç kalmaya görsün, inançlarını bile yer!”, bu vecizenin sahibi Knut Hamsun aç kalmanın insanın sadece midesinden değil, beyin loplarından da bazı karşı konulamaz sinyallere neden olduğunun altını çizmiştir. TDK Sözlüğü de, aç ve açlık sözcükleri için bir takım şeylere duyulan yokluk ve yoksunluk hissi tanımını ortaya koymaktadır.
Söz edilen yokluk ve yoksunluk duygusunun yalnızca gıda ihtiyacına bağlı olmadığını da artık biliyoruz. Karnımızın açlığı yanında, bilgi ve kültür dağarcığımızın açlığı ve sosyal yaşamımızda ortaya çıkan cinsel sapkınlıklar da sıklıkla söz konusu edilen bir dışavurumdur. Zaten çeşitli açlık türleri arasına cinsel açlığı da katabilmek olasıdır. Ki, özellikle gelişmekte olan toplumların halen çözümlenemeyen dertlerinden biri olsa gerektir.
İlkel insanlar adı ile tanımladığımız halklar, cinsellik objesini karın doyurmakla eş ağırlıkta bulmuş olduklarından cinsel açlığı primer (ilksel) dürtülerimiz bazında doğal bir eylem olarak kabullenerek kendi değer yargıları çerçevesinde de çözmüşlerdir.
Gelişmiş olduğunu kabullendiğimiz topluluklar ise cinsel açlığı yenmek için öncelikle bağnaz ve baskıcı değerleri alt etmişler ve kişilerin cinsel yaşamının da bir hak olduğunu gerçeğini toplumsal ortak payda düzleminde çözümleyerek, bir tür kişisel özgürlük yaklaşımı ile sorun olmaktan çıkarmışlardır.
Gelişmekte olan ülkelerin insancıkları, hangi inanışa sahip olurlarsa olsunlar, teokratik baskıyı halen aşamadıkları için sorunludurlar. Özellikle, din adamlarının yanlış yorumları ve çoklukla kendi hatalı anlayışlarından menkul dinsel öğütleri sonucunda, o toplumun insanlarınca kapalı kapılar arkasına hapsedilen cinsellik kavramı, bir anlam da “tabu” olmak düzleminde kalmıştır. Doğal sonucu da özellikle genç dimağların cinsel açlık boyutu ile zedelenmekte oluşuna yol açmaktadır.
Cinsel yaşamı tabu olarak kabullenmek zorunda kalan genç insanlar, ilerleyen yaşlarında hangi unvanın sahibi olurlarsa olsunlar, cinsel açlıklarını beyinlerinde ve bedenlerinde taşıdıkları için, Knut Hamsun’u doğrulayacak şekilde insani inançlarında bile bir erozyon yaşamak zorunda kalmaktadırlar.
Bunu daha basit bir örnekle tanımlamak olasıdır. Örneğin; çocuğuna bir oyuncak tren alan anne veya baba, bu oyuncak trenle çocuğundan önce kendisi oynamak hevesindedir. Zira o oyuncakla oynaması gereken yaşlar da, o oyuncağının olamamasının yokluğu bir gelişim açlığı yaratmıştır. İlerlemiş yaşında bile bu fırsatı bulunca açlık duygusu öne çıkmakta ve çocuğun bağırarak protestosuna karşın, ilk oyuncunun kendisi olmasının hevesini yenememektedir!
Açlık duygusu ile tam gelişemeyen cinsel yanımız, bazen şarkı ve türkülere yansıtılan sözcüklerle de dile getirilmektedir. Hepimizin anımsayabileceği bir örnek vermek gerekirse, Ahmet Sevinç’in Bolu dolaylarından derlediği bir türkünün güftelerine göz atalım, derim;
“Beyaz giyme söz olur / Siyah giyme toz olur / Gel beraber kaçalım / Muradımız tez olur” türküsü, sizce cinsel açlığın çözümüne şiirsel bir davet değil midir?!
Bu türkünün sözcüklerini, Selçuk Ü. Öğretim Üyesi bir akademisyenin son yorumu eşliğinde değerlendirelim; “Dekolte giyen kadınlara tecavüzün” sanki kaçınılmaz olduğunu söyleyebilen kişinin yüzyıllar boyu süregelen cinsel yasakçılığa, yeşil ışık yakabilmesi bir ilginç örtüşme değil midir?!
Bu kişinin başka yorumları da vardır ki, belli ki anlamı kendi açlığından menkul olsa gerektir! Sayın din hocası; “yürüyüşe bir işve kattığı için olsa gerek topuklu ayakkabı giymeyi”, ek olarak “saç boyamayı, erkeklerle konuşurken kırıtmamayı, parfüm sürmemeyi, beden çizgilerini öne çıkaran giysi giymemeyi” önermektedir.
Bu kısır düşünceye karşı da bir halk türkümüz vardır; “Salına da salına da gel / Hadi yavrum dön dolaş, gene bana gel” nakaratı ile söylenen, ozanın kadından beklentisini ve bir tür saygılı özleyişi dile getirmektedir. Yani, toplumun masum beklentilerini köstekleyen dinsel tabulara türkü yakarak bir karşı duruşu ve isyanı betimlemektedir.
Şarkı, türkü ve şiire meraklı okurlarımız mutlaka daha güzel örnekleri de bulabilecekler ve yüzyılların cinselliği baskılayan teokratik bağnaz ve baskıcı öğütleri ile çelişen mısralarla yansıtılan haklı karşı duruşu daha iyi yorumlayacaklardır.
Biz gene Knut Hamsun’u anarak veda edelim istiyorum; zira değerli yazarın vurguladığı ve insani duygularımızı sarsan açlık sadece midemiz ile sınırlı değildir;
“İnsan aç kalmaya görsün, inançlarını bile yer!”.
Erdal Akalın (20.02.2018)