02.01.2012 04:02
“Çok garip, dikkat çekici bir durum. İnsanlar, yani iki gazteci (Ahmet Şık, Nedim Şener) emniyet ve ordudaki bazı olayları açığa kavuşturmak için bir kitap yazıyorlar ama Türkiye böyle kitapların yazılmasına izin vermiyor ve Başbakan Erdoğan adeta bir diktatör gibi davranarak gazetecilerin hapsedilmesini istiyor.”
***
PEN Almanya Merkezi Genel sekreteri Herber Wiesner:
“Elbette iki gazetecinin serbest bırakılmalarının yanı sıra yeniden yazabilme imkanına da sahip olmaları gerekiyor.
Ayrıca itibarlarının iade edilmesi de şart. Bir kişinin sadece yazdıkları nedeniyle tutuklanması utanç verici bir durum.
Kısacası bu gazetecilere yeniden yayın yapabilmeleri için her türlü olanağın sunulması gerekiyor. Aksi takdirde basın özgürlüğü tehlikeye girmekle kalmaz, ortadan kalkar.
Dünya çapında düşünüldüğünde bu sayılar (Türkiye’de tutuklu olan 100′e yakın gazeteci) tabii ki dehşet verici.
Bu şekilde Türkiye, gazetecilerin izlendiği ülkeler arasında birinci sırada yer alıyor. Avrupa’nın komşusu olan bir ülkede bu durumun yaşanması düşündürücü, hatta korkunç. ”
***
Alman Gazeteciler Birliği Genel Başkanı Michael Konken:
“Başbakan Erdoğan üçüncü kez seçildikten sonra basın özgürlüğünün anayasa ile güvence altına alınacağını söyledi. Böylelikle Türkiye’de insanların tam olarak ifade ve basın özgürlüğüne sahip olması öngörülüyordu.
Ama bugüne kadar bu konuda hiçbir adım atılmadı. Tam tersine gazetecilerin yaptığı iş engellenmeye çalışılıyor.
Türkiye’de basın özgürlüğünün tam olarak sağlanmasını, gazetecilerin serbestçe çalışabilmelerini ve demokratik uygulamalara geçilmesini istiyoruz. Zira eğer Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyorsa , gazetecilerin özgür ve bağımsız olarak çalışabilmesi gerekiyor.”
***
Brüksel ANKA:
“AB Komisyonu üyesi Stefan Füle, Türkiye mevzuatına göre ifade özgürlüğünün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının ve Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’nin yeterince güvence altına alınmadığını, yargıçların kısıtlayıcı bir anlaşyışla yorum yapmalarına olanak tanındığını belirterek Türkiye’yi yasalarında ve yargı sürecinde reform yapmaya çağırdıklarını bildirdi.
AB Komisyonu, Türkiye’yi Ergenekon Örgütü’nü ortaya çıkarmak için çaba gösteren gazetecilerin Ergenekon üyesi olmaktan cezaevine atılmasıyla ilgili çelişkiyi açıklamaya davet etti.
AP’nin İtalyan üyesi Mario Borghezio’nun , “Türkiye’de hapisanelerde bulunan gazeteci ve yazarlar ” başlıklı soru önergesini yanıtlayan Füle, Komisyon’un Türkiye’de başlıca bileşeni ifade özgürlüğü olan siyasi kriterler altındaki gelişmeleri yakından izlediğini bildirdi.
***
Yargıtay Onursal başkanı Sami Selçuk:
“………….. Hazırlık soruşturmasının gizliliği insan şerefinin korunması için zorunludur. Türkiye’de basın buna uymuyor. Hakkında dava açılan kişiler basında sürekli yargılanıyor ve mahkum ediliyor.
Bunu önleyici düzenlemeler hukukta var. Çünkü bunlar suç. Ama hukukçular dahil kimse dinlemiyor.
……………. Önyargılar oluşursa (Dreyfus olayındaki gibi) yargıçlar etkilenebilir. Bunun için kimi ülkelerde yargıçların dosyayı incelemesi yasaktır. Yargıç sadece iddianameyi okuyabilir.Bunun nedeni şudur: Hangi eylemi ve kimi yargılayacağını bilmek. O kadar. Öbür belgeleri inceleyemez. Amaç duruşma öncesi bir önyargının oluşmasını önlemektir.
Bizde ise tam tersi. Duruşma öncesi dosyayı incelemeyen yargıç eleştirilir. Türkiye Batı hukukunun felsefesini anlayamamış, onu doğulaştırmıştır.
……….. Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde olmayacak biçimde duruşma yapıyor, erteleniyor. Bu ne anglosakson ne de Avrupa hukuk sistemini benimsemiş Asya, Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde var. Sorun yasalarda değil, uygulamada ve hukuku doğru algılamada.
………. 1990′da 55 Yargıtay üyesi seçimi yapılmıştı. Bu seçimi yapmak için en az adayların 6 ay değerlendirilmesi gerekiyordu. O dönemde bunu eleştirmiştim. Şimdi 160 üye seçildi. Tüy dikildi. Bu denli kısa sürede bu olanaksızdır. Elbette iyi hukukcular da seçilmiştir. Konu kişilerle ilgili değil. Sadece anlayışla ilgili. Seçime gölge düşmüştür. Önceden hazırlanan listelere göre seçim yapıldığı kanısı uyanmıştır. Yargıtay’da birlikte/blok oy kullanılması ise bir facia. Üzücü.
Özel yetkili mahkemeler ise tam bir iki yüzlülük. Fransa’dan esinlenerek alınan ve orada 1981′de kaldırılan DGM’lerin ayrı bir adla yaşatılması. AB’nin kapısında bekleyen bir ülkeye yakışmıyor.”
Tufan Türenç
Odatv.com