Örneğin; Sayın Ahmet Davutoğlu şöyle konuşmuştu;
“Gün, bir araya gelme günüdür. Kardeşlik günüdür. Herkes tahriklerden uzak dursun. Toplumda nefret ve intikam söylemine hiç kimse kapılmasın!”
Bizler de kapılmadık tahriklere, hatta kapılamadık. Zira Sayın Davutoğlu bunları söylerken bize, bir kısmımız tutuklanarak hapse atılmıştık, bir kısmımız ise toprak altına uğurlanmıştık yakınlarımızın gözyaşları arasında.
Tabii olacaktı o kadar!
***
Ve Sayın Başbakan devam ediyordu söylevlerine;
“Bildiğiniz gibi şu anda bir AKP hükümeti iş başında değil. Anayasal zorunlulukla, ülkeyi seçime götürmek üzere görev almış bir Bakanlar Kurulu söz konusu…”
Bizler zaten AKP’nin ne denli masum olduğuna inanıyorduk ama neden acılar çekiyor, bombalara hedef oluyor ve neden şehit olarak bayraklar altında toprağa veriliyorduk, işte bunu anlayamıyorduk. Meğer nedeni başımızda AKP Hükümeti olmaması, anayasal zorunluluktan başa geçirilmiş bu Bakanlar Kurulu olması imiş.
Tabii canım, bu durumda olacaktı o kadar artık!
***
Taze İçişleri Bakanı gene de bizlere cesaret aşılıyordu TV karşısında;
“Ülkemizde herhangi bir güvenlik sorunu yoktur!”
İyi de, neden yüzü aşkın kişi Ankara’nın göbeğinde ölmüştük, bir türlü anlamıyorduk. Zaten ölüler anlayamazdı ya.
Tabii olacaktı o kadar canım. Zaten ölüler anlayamazdı dedik ya!
***
Ünlü Anayasa Hocası Burhan Kuzu Bey söylendi yüzümüze karşı;
“E, sizde kaosu hak ettiniz yani. Neden 400 milletvekili vermediniz başkanlık için!”
Koskocaman Anayasa Profesörü haksız mı idi yani, bizler de özgür seçmenler olarak 400, hatta hem yerli ve hem milli, üstelik birde karakterli 550 milletvekili verse idik bir partiye, başkanlık derdi biter, bizler de ölümlerden ölüm beğenmezdik ortaya çıkardığımız kaos nedeni ile. Bizlerdik suçlu; tutuklanmayı, hapse atılmayı, kör bombalarla ölümü seçen bizdik.
Tabii olacaktı o kadarı sonunda da!
***
İçimiz rahatlatan güzel sözler de bir değerli bakanımızdan gelmişti;
“Güzel öldüler!”
Madem güzel ölmüştük, neden dertleniyorduk ki. Bizlerin güzel ölmemiz için tüm alt yapıyı sağlayan yöneticilere teşekkür borçlu idik üstelik. Ama bilemezdik ki, öbür dünyada posta teşkilatı var mıydı, teşekkür telgrafı çekmemiz için. Galiba burada bir noksanımız olmuştu. Hani ilk defa ölmüştük ya.
Boş verelim, madem güzel öldük, olacaktı o kadarı da!
***
Kıssadan hisse: “Bazen vahşi katliamlar ve dayanılmaz zulüm karşısında yüreğim sıkışır, umudum kırılır, vazgeçme noktasına gelirim. Böyle zamanlar da hep dönüp geçmişe baktım.
Tarihte zulüm karşısında doğruluk ve hakikatin sonunda hep galip geldiğini, daima kazandığını, zalimlerin ise sonunda daima kaybettiğini görünce yüreğim tekrar umutla dolar ve yürüyüşüme böylece devam ederim!” (Mahatma Gandhi)
***
Bu yazıyı, bizleri biraz gülümseten ama çoklukla düşündüren ve ‘Olacak O Kadar’ dizilerini tarihimize miras bırakan Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı Levent Kırca’ya adıyorum.
Erdal Akalın (13.10.2015)