Şubat sonu iki kurultay yaparak en azından şimdilik iç sorunlarını çözmüş gibi görünen CHP, artık seçmenine ve Türk İnsanı’na yeni parti programını sunmalıdır.
Bu gelişmeyi henüz görememekle birlikte, Sayın Genel Başkan’ın bazı medya unsurlarına yansıyan beyanları ile yetinmek zorunda kalışımızı şahsen içime sindirmekte zorlanıyorum.
Bu söylemleri tam metin olarak göremediğimiz için, bazı gazetecilerin konuşmaların arasından ayıklayarak okurlarına sundukları tümceler ise kafamızı karıştırmakla kalmıyor, ister istemez gündemi bulandırıyor.
Örneğin; Serdar Turgut, Sayın Kılıçdaroğlu’nun şu tümcesini köşesine taşımıştır; “AKP İktidarı’na karşı mücadele ederken, ben bazen kendimi 1940’ların CHP’sine karşı mücadele edermiş gibi görüyorum!”
AK-ŞAKA olarak, Sayın CHP Genel Başkanı tarafından ifade edilen bu tümcenin söylemin bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesi halinde tek parti döneminin henüz geliştirilmeye çalışılan demokrasi zikzaklarına bir özeleştiri olabileceğine inanmaktayım. Ancak, eski çizgisinden hayli sapmış, ‘gelişerek değişmiş (!)’ bir medya kaleminin bunu CHP’yi sıkıntıya sokmak bir yana, partinin çizgisinin kırıldığına işaret olarak sunmuş olmasının fırsatını Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun hesaplamış olması gerekirdi diye düşünüyorum.
Kurultaylarını tamamlayarak şimdilik liderliğini kanıtlamış bir parti genel başkanı, kişisel beyanlarının yoğunluğu nedeni ile akılları karıştırabilecek yanlışlara düşebilir endişesini okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Serdar Turgut’un köşesinde not düştüğü söylemin açılımını, II. Dünya Savaşı sancıları yaşanırken ve henüz tek parti iktidarı hüküm sürerken demokratik teamüllerden öteye, biraz baskıcı bir düzenin olduğuna işaret sayıyorum. Sayın Kılıçdaroğlu, o günleri eleştirirken bugünlerin Türkiye koşullarında AKP’nin aynı yanlışlığı yaptığını, halbuki ülkemizin gelişen demokratik ortamı göz önüne alınırsa, AKP İktidarı’nın böyle davranmaya ve nerede ise otokrasiye kayan yönetim hakkının olmadığını dile getirmek istediğini düşünüyorum.
Bu handikapları dikkate alarak ve söylemlerinin bazı medya unsurlarınca çarpıtılabileceğini ön görerek, Sayın CHP Genel Başkanı’nın eskilerin tabiri ile müteyakkız davranmasını kişisel kanım olarak arz etmek isterim.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun gündeme düşen, ancak gözden kaçmış gibi görünen bir başka söylemi de; “Marx, 21. Yy da farklı bir kitap yazacaktı. Sosyal demokrat partilerin bir dönem en güçlü tabanı sendikalardı. Bugün artık sendikalar ciddi ölçüde taban kaybetti. Üretim ilişkileri değişti. Bunu görüp olayı hala işçi-işveren ekseninde görürseniz bu doğru değildir!” (Türey Köse’ye verdiği demeçten).
Sayın Kılıçdaroğlu, umarım bu söylemi ile CHP’nin sosyal demokrat (veya demokratik sol) çizgisinden sapmakta olacağının işaretini vermiş değildir.
AK-ŞAKA’nın inanışına göre, Marx ve Engels’in insanlara sunmuş olduğu ‘diyalektik materyalizm’ felsefesi asla gündemden düşmemiştir ve kapitalizmin sömürü düzeni devam ettiği sürece de güncelliğini koruyacaktır!
Dünya üzerindeki maddelerin ve toplumların zaman içerisinde gelişmesi ve değişmesi kavramı çok eski dönemlere kadar uzanan felsefi savlarla konu olmuştur. Helenistik dönem filozofları ile başlayan tartışmalar, 17., 18. ve 19. yy ‘da da gündemi işgal etmiştir. Asıl sorun, feodal düzene karşı oluşan tepkilerin burjuva katmanında felsefi yorumla karşılık bulmasından kaynaklanmıştır. O dönemin düşünürleri olan Kant, Spinoza ve Feuerbach gibiler de konuyu irdelemişlerdir.
Bu kargaşanın adını kendince koyan ise dönemin ünlü filozofu Hegel olmuştur. Marx ve Engels’in de hocası olan ünlü düşünür, maddelerin ve toplumun değişmesi ve gelişmesinde ruhsal ve zihinsel etmenlerin önemini öne çıkarmıştır.
Marx ve Engels ise, toplumsal değişme ve gelişmenin oluşmasında asıl etmenin maddi kaynaklar olduğunu kabul ederek Hegel’den ayrışmışlardır. Üstelik Engels, değişim ve gelişmelerin düz bir yönelim olmadığını, inişler-çıkışlar ve zikzaklar gösteren bir trend olduğunu kabul eder. Bu inanışa ek olarak, Marx, değişim ve gelişimin kapitalizmin kendi içinde oluşan karşıtlıklarla şekillendiğini ileri sürer.
Marx ve Engels, sosyo-ekonomik düzenin değişebilmesinin ana dayanağının burjuvazi olduğuna işaret ederler ve proletarya denen emekçi kitlesinin yeterli örgütlenmesi olamadığı için toplumsal gelişme ve değişmeye katkısını kabul etmezler. Ki, onlardan feyz alan Lenin, önce köylülerin etkili olacağını ifade etmiş ise de sonra işçilerin gücünün kapitalist düzene karşı bir gelişim ve değişim yaratabileceğine inancını dile getirmiştir.
Toplumsal gelişim ve değişim, günümüzün kapitalizm ve emperyalizm düzeni sürdükçe, dünya insanları sömürünün bir tutsağı olarak kaldıkça, kanımca diyalektik materyalizm fikri bekasını sürdürecektir. Bu felsefi yaklaşımı çağdaş demokrasi kıstasları ile gündeme taşımak işlevini de sosyal demokrat ve demokratik sol inanışlı örgütler üstlenmiştir.
CHP, ‘Ortanın Solu’ atılımı ile sosyal demokrasiye olan inancını kanıtlamış ve partinin programını öylece çizmiştir. Son kurultaylar sırasında da sözü edilen programın ana çizgisinin de böyle olduğunu kendi tabanına açıklamıştır.
Sayın CHP Genel Başkanı, sanırım sosyal demokrat olamamaktan değil, sendikaların taban kaybetmesinden duyduğu sıkıntıyı dile getirmek istemiştir. Türey Köse’ye verdiği demeç sanırım bu şekilde anlaşılırsa daha doğru bir tespit yapılmış olur.
Bu arada; adına eğitim reformu denmesine çalışılan ‘4+4+4’ formülü yerine, CHP’nin Sayın Prof. Sencer Ayata aracılığı ile önermiş olduğu ‘1+8+4’ yaklaşımını çağdaş eğitim kıstasları yönünden çok olumlu bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bir önce ki yazımda da, bendeniz hasbelkader ‘8+4’ diyerek, bir CHP seçmeni olarak Sayın Ayata’nın önerisine koşut düşündüğümü ifade etmiştim. Demek; sosyal demokrat olmanın akıl ve mantığımızı aynı düzleme taşımış olmasını, CHP’nin tabanının bir yansıması olarak kabul edebiliriz.
Şimdi önemli olan, CHP’nin yeni eğitim modeli olarak öne sürdüğü bu yeni formülü Türk İnsanı’na doğru dürüst anlatmak ve gerekçelerini ortaya koyarak bir toplumsal baskıyı AKP İktidarı’na yansıtmak eylemi kalmaktadır.
Sayın CHP Genel Başkanı medya önünde konuşmak ve partisini tanıtmak heyecanını duyduğuna göre, bu görev kendisine düşmektedir. Gönül ister ki, bu tanıtım eylemi sırasında da partinin bazı düşünürlerini de yanına alabilsin!
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na kolay gelsin demek istiyorum, içtenlikle!..