Güz Gülleri Gibi Olmak!..
Fıkra bu ya; Bush, Putin ve Özal üçü birden Şeytan’ın karşısına dizilmişler ve sıra ile sormuşlar.
Bush: “Sayın Şeytan, A.B.D. ne zaman dünyaya egemen olacak?”
Şeytan yanıtlamış: “250 yıl sonra!”
Bush ağlamaya başlamış: “Yani ben göremeyeceğim!”
Putin sormuş sorusunu: “Sayın Şeytan, Rusya ne zaman dünyanın tek hâkimi olacak?”
Şeytan cevaplamış: “500 yıl sonra!”
Putin de başlamış ağlamaya o günleri göremeyeceği için.
Merhum Özal sormuş: “Sayın Şeytan, Türkiye’ye ne zaman ileri demokrasi gelecek?”
Bu kez Şeytan başlamış ağlamaya; “Maalesef o günleri de ben göremeyeceğim!”
***
İşte yazımızın spot başlığı olan; “Güz gülleri gibiyim / Hiç bahar yaşamadım …” derken, AK-ŞAKA bu karamsarlığı yaşamakta olduğuna vurgu yapmak istemiştir.
Gerçekten de beklentilerimiz ve yaşadığımız yıllar bu şarkının güftesi ile bire bir uyuşmaktadır. Yaşamının yedinci on yılını tamamlamak üzere olan yazarınız, geriye dönüp baktığında bu karamsarlığa düşmekte pek haksız olmadığının iç sızısını da idrak etmektedir.
İlk gençlik çağının coşkusunu tam yaşayacak iken iktidarın mutlak egemeni olan DP’nin anti-demokratik dönemi ile şoke olmuştur. Derken bu dönemi bitiren 27 Mayıs sonrası hazırlanan yeni anayasa ve teşekkül ettirilen özerk devlet kurumlarının keyfini süremeden olanlar olmuştur. Bu anayasa size bol geliyor diyen ‘bizim çocuklar’, gelişmek eğilimi gösteren demokrasimize çomak sokmaktan geri durmamışlardır.
İşte siyasi tarihimiz de 12 Mart diye yerini alan bu sendeleme ile anayasamızın bize bol geldiği ifade edilen giysileri iyice daraltıldı. Ki arkasından da sağ-sol diye adı konan kardeş kavgaları ile sıkı-yönetim günleri geliverdi. O dönemin iktidarları, akıl almaz biçimde “İti ite kırdırmak!” siyaseti ile demokratik haklarımız yanında insanlarımızın yaşam haklarını da gasp eder olmuşlardı.
Derken, ‘bizim çocuklar’ gene devreye girdiler. Demokrasi ve insan hakları arayışımız ile onların ülkemiz üzerindeki ekonomik beklentileri uyuşmuyordu. Buyurun size 12 Eylül dediler ve bir türlü gelişemeyen demokrasimizi iyice budayarak kadük hale getirdiler.
Ve merhum Özal’ın liderliğinde istediklerini kolayca uygulamak şansını buldular; müjdeler olsun neo-liberal ekonomi çarkına sokulmuştuk!
Sonra gerisi çorap söküğü gibi geliverdi: ekonomik olarak dışa bağımlı olmak yanında ülke bağımsızlığı da güme gitmiş ve Atlantik ötesi güçlerin piyonu olmuştuk nerede ise!
Adım adım sosyal güvencelerimizin, emek ve emekçi haklarımızın, ‘babalar gibi satarım!’ öykünmesi ile kamu kurum ve kuruluşlarımızın elden çıkarılmasının yolu açılmıştı. Faturaları 1994 ve 2001 ekonomik krizlerinde ağır şekilde ödedik tabii.
2001 krizi sonrası gene iyi günler de olsunlar ‘bizim çocuklar’ devreye girerek bizlere kendi yarattıkları bir siyasi dünya sundular. Ve… AKP İktidarı ile ileri demokrasiyi bırakın, en sıradan insani değer yargılarımıza bile müdahaleler başladı. Muhafazakâr-İslami çizgiye kendisini ipotek etmiş yeni iktidar, özelleştirme adı altında tüm ekonomik kaynakları satar oldu. Dış kaynakların cazibesi ile akıl almaz bir borç sarmalına düşerken, “İMF’den biz değil, onlar bizden borç alıyor” söylemleri ile Türk kamuoyunu aldatmaya bile başladılar.
Emek ve emekçi kavramı yok sayılır oldu. Tüm çalışanların sendikalı olanlarının oranı yarı yarıya azalarak % 5.8’e düştü. Ki, bu sendikalıların bir kısmının da adına sarı sendika denen yandaş kurumlar olduğunu anımsamak gerekir.
Ücretler o denli geriledi ki, arka arkaya gelen zamlarla nerede ise yok oldu. Örneğin; günümüzde 800 TL civarında kalan asgari ücret, eğer sürekli zamlanan petrol fiyatları gibi artabilse idi, günümüzde 3.988 TL olmalı idi! Orta sınıfın yıllık geliri kanımızca % 40’lar düzeyinde gerilerken, özel hesaplamalar yöntemi ile kişi başına yıllık gelirin 2012 yılı itibari ile 10.327 dolar olduğu ilan ediliverdi.
İfade özgürlüğü başta olmak üzere tüm anayasal haklar artık ipotek altına girdi. Kaç çocuk doğurtulacağı ve doğumun nasıl yapılacağına kadar tek kişinin talimatları geçerli sayılır olmuştu. Ülkenin başsavcısı ve egemen yargıcı olanlar, medya sektörüne öyle bir darbe vurmuştu ki, bazı köşe yazarları savruldular oraya buraya. Buna karşın haklıdan yana değil de güçlüden yana olan kaypak ve korkak kalemşorlar, döne döne ve saçlarına jöle süre süre sonunda da fırıldak oldular günümüzde!
İç politikamız dış politikamız farklı mı sanki. Önceleri stratejik derinlik denen ne olduğu belirsiz kavram, tüm komşularla sıfır sorun iddiası uğruna yuvarlandı ve değerli yalnızlık kavramına kadar gerilemedi mi?!.
……..
Aslında ömrünün güzüne iyice girmiş AK-ŞAKA da dert çok, ama hem dert yok! Yazacak yeri olsa daha neler neler yazacak ama ne çare ki, genel yayın yönetmenim kızıyor uzun yazılarıma. Bence, sizler akılına gelenleri ekleyin kendinizce!
Sevgili okurlarım; sizce haksız mıyım “Güz gülleri gibiyim / Hiç bahar yaşamadım…” diyerek üzülürken!..Erdal Akalın