"Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız.
Sonra onlara arabalarımızı satarız.
Sonra bankalarını satın alırız.
O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız.
Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle!
O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız.
Ayarlanan kredi "ASLA" o ülkenin hazinesine gitmez.
O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer.
Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havayolları ve yeni hava limanları yapılır.
Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton.
Bizim şirketlerimiz kazanır, o ülkedeki birileri de nemalandırılır.
Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz.
Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur.
Bu o kadar büyük bir borçtur ki, ödenmesi imkânsızdır.
Plan böyle işler.
Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider, onlara deriz ki: bize büyük miktarda borcunuz var ve ödeyemiyorsunuz. O halde petrolünüzü ve doğal gazınızı bizim kararlaştıracağımız fiyatla bize satın. Askeri üs talebimiz için yer gösterin ve askerlerinizi bizimle sorunu olan ülkelere gönderin.
BM’de bizi destekleyin.
Fabrikalarınızı ve bankalarınızı özelleştirme adı altında bizim şirketlerimize satın.
Sosyal ve teknik hizmetleri, eğitim ve sağlık kurumlarını ve hatta yargı düzeninizi bizim işaret ettiğimiz doğrultu da yeniden düzenleyin.”
***
Size aktardığım bu yaklaşımlar, tabii ki benim yumurtladığım yorumlar değildir. Bu yazılanlar, ‘Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları’ adı ile üç ciltlik bir kitabın yazarı ve kendisi de bir ‘ekonomik tetikçi’ olan John Perkins’in itiraflarıdır. Büyük olasılıkla takma bir isimle bu kitabı kaleme alan John Perkins, devamında neler anlatıyor bizlere;
“Ekonomik Tetikçi (ET) dediğim kişiler, birçok ülkeyi trilyonlarca dolar dolandıran yüksek ücretli profesyonellerdir. Bu kişiler; Dünya Bankası, Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı ve diğer yabancı yardım kuruluşlarından büyük şirketlerin kasalarına ve gezegenimizin doğal kaynaklarını kontrol eden birkaç varlıklı ailenin ceplerine para aktarırlar. Kullandıkları araçlar arasında sahte finansal raporlar, hileli seçimler, rüşvet, zorbalık, seks ve cinayet vardır. Oynadıkları oyun imparatorluklar kadar eskidir ama günümüzün küreselleşme sürecinde yeni ve korkutucu bir boyuta ulaşmıştır. Nereden mi biliyorum? Ben de bir ET idim!”
John Perkins, görevli olduğu kurumu ‘MAİN’ diye tanımlıyor. Ki, bunun da gerçek kurumu olmadığını sanıyorum. Herhalde kendisi de benzeri itirafları yapan John Snowden gibi bir ‘NSA’ (National Security Agency) çalışanıdır.
Anımsarsınız; Julien Assange adlı bir gazeteci de benzeri konuları araştırmış ve ulaşabildiği belgeleri ‘Wiki-Leaks’ adı altında yayınlamıştı.
***
Bu kişilerin itiraflarını ve yayınlarını dikkate alınca, AK-ŞAKA olarak bendeniz de ‘ACABA’ demek ihtiyacı duyuyorum. Zira ülkemizde bu itiraflarla örtüşen o kadar çok gelişmeler var ki!
Örneğin; çevre ve doğa katliamı yapıldığı da iddia edilen Üçüncü Boğaz Köprüsü ve Üçüncü Havalimanı inşaatları ilk aklıma gelenler. Keza; AOÇ arazisinin tahribi ile devam eden Ak-Saray ve müştemilatı, yeni otobanlar, yığınla özelleştirilen en kârlı kurumlarımız ve bankalarımız, özel sektör adı altında yabancı sermayeye satılan iletişim kurumlarımız, devletin yöneticilerine hizmet adı altında sayıca çoğaltılmaya halen devam edilen yeni ve büyük uçaklar…
İşte bu ülke gerçekleri ile yüzleşince ben gariban yazarınızın ‘ACABA’ diyerek, ekonomik tetikçilerin ülkemizde de cirit attıklarını düşünmekte haksız mıyım?!
Tabii, bu hovardaca harcamaların ve bazı siyasilerimizin egosunu tatmine yönelik masrafların ülke insanına doğrudan ne gibi yararları olduğunu sorgularken, bedelini sıradan insanlar sayılan biz Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları’nca ödenmek zorunda kalınacağını da üzüntü ve endişe ile izlemek de haksız mıyım?!.
İsterseniz bir kez de sizler düşünün!..
Erdal Akalın (20.10.2014)