Sonsuz ( sungur )bey tarihinden.
Covid ertesi mırıldanmalar…
Ya da yaşam gerçeğinin sevinci üzerine…
1
Aşağıda okuyacağınız satırlar, bire bir yaşanmıştır. Ancak, içeriğin duyarlılığı / sıra dışılığı açısından, yer ve kimlikler, saklanmıştır.
Kentin, çok eski esnafındandı.Yıllardır bilmeme rağmen, onca gazete köşe yazılarıma, teve programlarıma, bir türlü “konu” edemedim.
Bu kabahatimi, sonra sonra affettirdim kendisine. Yine de,hayli uzun zaman, sözüne ,sohbetine beni katık etti.
Ne zaman dükkânına uğrasam, elinde mutlaka elektirikli hatta elektronik bir alet, kısmen arızalı, “kullanma kılavuzu” açık, ben içeri adımımı atar atmaz, selâmdan önce, “Dezze oğlum, hele bak hele bak “ deyip,TÜRKÇESİ olmayan “kılavuzu”, bana doğru iter, ordaki çizim ya da resimlerden ne anladığını anlatıp, orijinal metinle sağlamamı isterdi.
Her defasında da, sözcük sözcük, şekil şekil doğru anlardı.
İşin garibi, işi, elektirik elektronik değildi ki!
Birgün, gerçekten çok karmaşık bir “ EL FENERİNİN” üzerine abanmış buldum.”Çaresi yok, bunu adam edeceğiz dezze oğlu “ deyip, beni de uğraşına ortak etti.Gerçekten de, kan ter içinde kalma bahasına , feneri adam ettikdi.
Orta okul mezunuydu.
O gün, bana ve oğluna uzun uzun bakmış, “B aban sana nasıl davranırdı” diye sormuştu. Ben de, “Anlamadım ki, 15 yaşımda yitirdik “ dedim.
Önce bana,sonra oğluna bakmaya başladı.Yüzünü, adeta oğlunun yüzüne yapıştırdı.”Ben, oğluma ve aileme karşı hatalıyım, ne yapmam gerek dezze oğlu “ dedi.
Bu içten, kendini sınırlamadan ortaya koyması,çok hoştu.”Fena mı, kendinizi anlamış, kendinize dönmüşsünüz “dedim.
“Bence ailenizden,af dileyin” dedim. Cümlem bitmedi, ayağa kalktı, köşedeki raflara sırtını dayamış olan oğlunun yanına gitti.
Oğlunun yüzünde, hiç alışık olmadığımız ifade gelgitleri oluşmaya başladı. Belli ki, babasını hiç böyle bir duygusal akıntı içinde, görmemişti.
Alnını,oğlunun alnına dayayıp, yanaklarını avuçlarıyla kapattı. Ağlamaya başladı.”Beni affet oğlum” dedi.
Kalan cümleler,benimle “gidecek”, yazamam.
Aradan epey zaman geçmişti, Oğlu telefon edip, “Babamı kaybettik ağabey” deyince, fırladım gittim.
Kasada, ablası oturuyordu.Beni,ablasına hiç ummadığım bir şekilde tanıştırdı:”İşte H.Sungur bu abimiz abla” deyince, ben de, “Yahu neymiş bu H.Sungur,ben de bileyim “ dedim.
Tezgâhın arkasına geçtik, kahveler söylendi.
Abla, “ Babamın ölümünün , dikkatinizi çekebileceğini söyledi kardeşim” deyince, “Buyrun,dinleyeyim” makamına geçtik.
“Babamla,altlı üstlü otururuz. Ben bekârım.O gün, ikindinden itibaren, babam sanki yürümüyor, ayaklarıyla havada kayarak yürüyor,sürekli bir alışmadığımız tebessüm, yüzünde gelişigüzel dolaşıyordu.
Belirgin bir rahatsızlığı yokdu.Bir kaç kez, iyi olup,olmadığını sorduğunda, kendini, hiç bu kadar iyi hissetmediğini söyledi.
Akşam, karanlık pekişince, her zamanki gibi, tepsisiyle , yemeğini indirdim. Getirdiklerimi, istahla yedi.Yemeğini yerken dahi, o ilginç tebessüm, yüzünde dolaşıyordu.
“” Hadi kızım,sen çık yukarı , boşuna tepsini bekleme”” deyince, fazlaca sıkmak istemedim, tamam baba deyip, evime çıktım.
Birkaç saat anca dayanabildim.Aşağıda,sanki hiç bilemeyeceğimiz,garip şeyler oluyordu.
Tekrardan aşağıya indim.
Divana uzanmış, ancak kendinin görebildiği , masal diyarlarına bakar gibiydi.Yüzündeki o tuhaf tebessüm, gezinmeye devam etmekle birlikte,sanki madde ötesi bir dünyayı izliyormuş da, olmakta olanlara göre, tebessümünün parlaklığı, çekiciliği değişiyormuş gibiydi.
Bana baktı, gel yanıma otur deyip, başımı okşayıp, omzuna dayadı.
Ve dinle dedi…Başımı omzuna dayadığım açıdan, yüzünü görebiliyordum…
Bana, bir dağ eteğinde dolaşmaya başladığını, oraların cennet çayırlarını , meleyip gezen kuzularını ,çayırların içinden, şırıtılarla akan derenin taşlarından sekerek,karşı tarafa zıplayan ceylanlarını ,cerenlerini anlatmaya başladı.
Sanki gerçekten, bir dağ eteğindeydik ya da eteğindeydi.
O kadar sahiciydi ki, dikkatli bir şekilde başımı omzundan kaldırıp, gözgöze gelmeden,evime çıktım.
Vakit, gece yarısını geçiyordu.Salonumdaki divanda,içim geçmiş halde, toparlandım.Saat , sabahın beşini gösteriyordu.
Yıldırım gibi aşağıya, yanına indim.Başımı omzuna koyduğum divanda, başı,hafif arkaya düşmüş, fakat yüzündeki tebessüm , bana bir işaret bırakmış gibi duruyordu.
Sonsuzluğa göçmüştü…