Böyle bir anı demetini yazıya dökerken, geçmişe ilişkin kayıt tutmadığımız için, belleğimize güvenerek,meydana çıkıyoruz.Kimi hatalarımız vs olabilir.Onları, sıcak kanlı birinin , içtenliğine ve yazım heyecanına veriniz derim.
Sizi, koleje götürmeden önce, ADALET PARTİSİNİN,tek başına iktidara gelişini yazmalıyım.O günlerden, neler anımsıyorum!Yıl 1964, AP genel başkanı,emekli orgeneral RAGIP GÜMÜŞPALA ölmüş, AP,yeni genel başkanını seçecek.Dağda,taşta “ KOCA REİS NAM”, DR SAADETTİN BİLGİÇ var.
Bilgiç te Demirel gibi ISPARTALI.
Bir sabah bir uyanıyoruz ki, AP’nin başına, SÜLEYMAN DEMİREL isimli bir kişi seçilmiş.Ev sahibimiz MAHMUT AMCA ,( avukat),aşağıya kahveye iniyor babamın yanına.”Kuzum İbrahim Bey,sen daha iyi bilirisin,kim bu adam yahu” diyerek, kapı girişindeki, kütüphane raflı, başodada , durum değerlendirmesi yapıyorlar.
60 öncesinde, DEMOKRAT PARTİ “iktidarının, DSİ genel müdürü DEMİREL.Doğup,büyüdüğü ISPARTA ve çevresi,susuz,kıraç,çalı çırpı dolu o yıllarda.Haklı olarak,adamın aklı, fikri su!!!Toprağın sulanması.
O yıllarda, “İlkokul” coğrafya kitaplarımızda, iki tane BARAJ adı var… Unutmam,OLANAKSIZ; HİRFANLI ve SARIYAR.
Birgün, ANKARA’dan çıkıp, KIRŞEHİR’e gidiyorum. Normalde, AKSARAY’ı geçip, az ilerdeki, üstgeçitten, ALTUNHİSAR’a dönerdim!Ankara’yı çıktım, farkında olmadan,KAMAN-KIRŞEHİR sapağına döndüm.Anadolu’yu gezerken, yeni yerler görmeyi, durup oralarda soluklanmayı çok severim.Akaryakıta yapılan,sürekli sevgi gösterisi,haliyle,bu gezilerimi de etkiledi…
Sapağı dönüp, ilerde beni bekleyen rampa yukarı tepeyi aştım ki, önümde ,bütün haşmetiyle KIZILIRMAK nehri ,HİRFANLI barajı duruyor.Zamanın KOŞULLARINDA, taşkın önleme amaçlı böyle bir barajı yapmak, ciddi bir “özgüven” ANITI sayılmalıdır.Bu anıtlara bakıp da, günceldeki kepazelikler ,insan soyunun vicdanını yaralayan, KÜRESEL bir insanlık ayıbı sayılmalıdır.
Emin olup, rampayı inip, köprüye benzer geçide geldiğimde, aklıma,coğrafya kitabım,ilkokul yaşamım geldi.Arabamı sağa çekip,dışarı çıktım.Korkuluklara dirseklerimi dayayıp, suyun/baraj gölünün sükûnetini dinlemek istedim.Aniden duygulandım, bilmem kaç yıllık ömrüm,suyun üzerine düştü gibi oldu.Suya bakıp,ağlamaya başladım.Bir hüzün,kimbilir,belkide eski zamanların kaygısızlıkları,gönlümde dolaşmaya başladı ki, gözyaşlarımı tutamadım.
O dönemin cumhurbaşkanı, balkanların komitacısı GALİP HOCA yani CELAL BAYAR,DSİ genel müdürü,SÜLEYMAN DEMİREL’i ,iktidarları döneminde küçümser, “ bizim su müdürü” dermiş aklı sıra.
Demirel’in de, bu hitaptan,hiç hoşlanmadığını biliyorum.Adam,sonuna kadar haklıdır, “ hoşlanmamakta”!Bir yan bilgi olarak, CELAL BAYAR’ın, zamanın EDİRNESİ’NDE KURULU, “” alyans israeli” okulu mezunu olduğunu da, unutmayalım.
(( 1- Meraklısı,bu cümleyi lütfen kurcalasın.
2- AYTUNÇ ALTINDAL’dan : İstanbul Teşvikiye semtinde, MAÇKA’ya inerken, solda, MAÇKA TEKNİKER okulu vardı.Bu binanın tam karşısında, ALTINDAL’ın imasına göre, dünyanın önemli örgütlerinden, BONES and SKULL’ın ( kemikler ve kafatası) TÜRKİYE merkezi vardır. Bu binanın damı da,ayrı bir alem.Damda, dört kolonlu,kolonları garip bir biçimde şekillendirilmiş,üstü, kiremit çatılı evler gibi ve yine tuhaf , simgelerin olduğu bir örtme… ))
Altındal, bu merkezin , TÜRK cumhurbaşkanlarından birinin eğitildiği(!) yer ve akabinde de,seçtirildiği merkez olduğunu yazmaktadır. (( CELAL BAYAR!!!))
Ben de size aktarıyorum.
1966 yılının,okul döneminin sonunda, ilkin TARSUS Amerikan’ın sınavına girdik.Ordan ver elini Ankara.Ankara TED koleji sınavı ve son durak İstanbul GS lisesi.
O vakitki,BEYOĞLU TEPEBAŞI semtinde, 2. Dünya harbinde,almanyadan kaçmış,bir ailenin işlettiği, ALP OTELİ’nde kalıyoruz annemle.
Ne ilginç bir tesadüftür ki, 1997 yılı temmuzunda, almanya münihe, bir iş gezisine, tercüman-danışman olarak götürüldüğümde,bu alman ailenin,geride kalanlarının işlettiği, 3.kuşağın iş başında olduğu ALPEN otelde kalacaktım.Bu otel ve personelinden,birkaç tümce ile söz etmem gerekir.
Tamamı eski ve buram buram ahşap kokan bir yemek salonları var.Açık büfe kahvaltının serildiği ,aynalı büfeye hayran olmamak elde değil.Otel,yalnızca ,”kahvaltıyı” kendi bünyesinde tutmuş.Öğle ve akşam yemekleri, “BAVYERALI STEPHAN USTA” denilen bir aşçıya, devredilmiş.Tek bir garson var.O gün, yorgun argın fuardan gelmiş,salonda otururken, kırk yıllık ahbabım gibi yanıma gelip,kaç gündür burdasın, bir kahvemizi içmedin birader deyip, bir fincan neskafeyi, masama koymaz mı;”Şef Stephan”ın ikramı olarak.Kahvemi yudumlarken, iki yanı pencereli salondan, kaldırımda, beli bükük yaşlı bir kadın,bastonuyla yürüyordu.Bizim garson,fırladı,kapıyı açtı,kadının koluna girdi, ağır ağır yürütüp, salonda,uygun bir masaya oturtmaz mı!Sonra,gözden kayboldu.Bir fincan,SÜTLÜ KAHVE ile döndü, hem kadına ikram etti, hem de masasına oturup, sohbet etmeye başladı.Sanırım kadını tanıyor ve yalnız yaşadığını biliyordu.
Ne olursa olsun, İNSANLIĞIN sıcaklığı ve bu sıcaklığı besleyip, büyüten göz yaşlarının,dini-ırkı-milliyeti yoktur.
Hepsi “insanlığımızındır”!